Keşke SeN Ben Olsan Seni Ne Kadar Sevdiğimi Anlasan Keşke Ben Sen Olsam Bu Kadar Sevilmenin Tadını Çıkarsam
Bir Bahar Gecesi
Baharda gördüm seni
Yorgun ağaçlar yapraklarını dökerken
O solmuş yapraklar yerlere dökülürken,
Hiç beklemediğim bir anda seni gördüm.
Neler yaşamıştım o güne kadar,
Neler atlatmıştım halbuki,
Hayatımda kaç mum söndürmüştüm biliyor musun?
Sonra umutlandım bir an,
Tekrar hayal kurmaya başladım,
Belki de ilk kez ileriyi düşündüm.
Farklı bir şeyler vardı içimde
Tarif edilmez bir duyguydu sanki,
Ve tarifte edemedim kimseye
Aylar geçti hayatımda
Her şey yavaş yavaş değişiyordu
Ama bir tek sana olan aşkım değişmedi,
Değiştiremedi aylar,
Değiştiremedi kimse,
Ve öyle devam etti
Seni kimseye anlatamıyordum
Beni dinleyen sadece
Bir kağıt parçası ve eski bir kalem
Bunlara anlattım seni,
Seni her gördüğümde,
Gözlerine her baktığımda,
Kalbime bir hançer saplandığını,
İçimin titrediğini,
Nefes alamadığımı anlattım onlara...
Yalnızlığımı,içimdekileri anlattım.
Son olarak geceye özlem duyacağım artık
Bir bahar gecesine
Sevgimi artık bahar gecelerinde yaşayacağım
Yine yaprakların,
Solgun ve yorgun yaprakların döküldüğü
Bir bahar gecesi yaşayacağım
Ve susacağım sonsuza dek
Hüzün Şehri
- Şiirleriniz
- Mektuplarınız
- Linkleriniz
- Duygularımız
- Duvar Yazıları
- Hayat Dersleri
- Kısa Hikayeler
- Mucizeler
- Renkler ve Anlamları
- Maksat Muhabbet
- Sevi Seviyorum
- Yağmura Güven
- Ziyaretçi Defteri
- Uykusuz Gece
- Dostluklar
Aşka Dair
YAŞAM
BİR BAHAR GECESİNDE SENLE
bahar gecesi
HÜZÜN ŞEHRİ
Kuzeyin rüzgârlarının sorgusuz sualsiz girdiği odalardan birinde, eteklerinde serçeler ağlar bir mahpus düşünün…
Baharlar, henüz tutuşmuşken pencere pervazlarında… Nisanları ağlatır bir gece gözlüydü, bakamazdı güneşe.
Pervazları sarmaşıklar sarmıştı; pervazları gece sarmıştı.
Gece kuytulardan çekile… Pencerenin baktığı bahçede bahar zümrütlerinin parıldamaya başlamasıyla birlikte kuzey rüzgârlarıyla tutunuyordu bahar, o mahpus gönle.
Bulutlar yürüyordu uzak semalardan martıların peşi sıra. İpeklilerinin arasından prangası görünüyordu, zincirlerinin şıkırtısı köhne sarayda yankılanıyordu sühân-ı lâl mahkûmun.
Ne vakit bir serçe konsa pervaza;(serçenin) küçücük pençelerinde yaraları kanardı. Nale-i ebkemdi; penceredeki kuşcağızdı titrek gönlü. Birden susardı her şey bu meçhule lisan dokuyan hücrede; birden konuştuğu gibi tüm lâl diller… Vakit tamam der, merhamet ederdi gece, sureti ölüme revan bu yüreğe… Tutunurdu sabahlar tebessümlerine, keder çiçekleri açtıran gamzelerinde azade bir hikâye gezinirdi.
“Bu bitmez gece eritirken mum alevi sevdamı… Göçmen kuşlar bile terk etmişken bu yorgun semaları… Ben niye mahpus bu kahkahası dökülmüş prangalara?”
Kelimelerin ucunu açtıkça kurşun rengi şafaklar söküyordu en çok, kesemiyordu hiçbir kelam böylesi mahpusluğun zincirini. Gece sabahına değemeden ayrılırken sevdalı gönlünden katreler bırakıyordu çiçeklere. Uzaklardan şehir ışıkları sızıyordu pencere köhnelerine. Elleri tutmuyordu. Dokunamıyordu saçaklara tünemiş şehrin ışıklarına. Şehir özlediği demekti. Ne’ler demekti şehir? Tutukluğu şehre… Şehirde tevkif edilişi… Şehirde hükmü, yaftası… Zindanı şehirde değilse de, gardiyanı şehirde…
Ölüm çizgisine kıyı… Sükût ellerine kınalı; rüzgârlar nereden eserse… Zamanın çıkınından bir el çıkarıp gece susuz dudaklarına sürse… Rüyalar yürütse içindeki çölde; kervanın serabı: Şehir… Gece…
Gözleriydi gece, yıldız sağanaklarına tutardı kederinden bi-haber şehri… Nisanlar kalkıp şehre yürürdü erik çiçekleriyle. Şehir yerle yeksan pembe-beyaz bir ölüme… Fırtınalardan uzak, soğuk bir hücreye neden siyah ölümler reva?
Kuzgunlar… Çınar… Çınarın, söyleyeceği çok; sözü yok. Karanlık-korkunç birer maske kuzgunların delici bakışlarından odanın gölge erişmeyen bir köşesine çömelip şehre yaftası için ah ediyordu. Hükme boyun eğiyordu. Tutukluluğu; tutkunluğu sabit…
Gecenin rahminde amansız hıçkırıklar zuhur ediyordu. Acının kalemine mürekkep için bu kadar kan dökmek niçin?
“Susturun kuzgunları? Yahut sesimi çalan şehrin ışıkları söndürün. Ahımla uyanacak bütün şehir göremediğim sabahlara…”
İniltileri gecenin içinde yiterken… Hıçkırıklarından yeni acılar doğururken gece, hala sancıyan çiçeklerini yoluyordu prangaları. Ne kadar daha? Ne kadar daha devam edecek bu geceler böyle?
Birden çiğnendi zümrütleri baharın… Geçip gitti kuzeyin rüzgârları. Gardiyanını kimler sevdi, kimler everdi, kimler koynuna aldı? Kim unuttu suçluyu? Boynundaki yaftayı; suçu? Ve dahi bu hücreyi? Eriyordu aynalarda ömrü. Sükût -simin-ber güzel- urganını dolamış boynuna; bekletiyordu ölümü kapı ardında… Erik çiçekleri şehre; bütün aşk şiirleri beyaz tenli kadınlara… Ve tüm sevdalılar sabaha…
Ve ipeklilerine karışmış prangasıyla o; geceye ram…
Ayrık otları neden sevilmez baharlarda biliyordu. Neden çiçek açardı ağaçlar? Bahar neden ona daha çok kanayan elleri; daha az tebessüm demekti? Ve bir doğum bir ölüm demekti…
Suç, şehrin sevdiği ancak affetmediği… Şehir suçlunun hem günahı; hem yaftası hem de idam fermanı…
Ki her şey gidince bu geceden, sesinde, yüreğinde bir tek şehir kalıyordu. Ellerinde de bir kâğıt; kızıl mürekkeple yazılı: SUÇLU…
Bu yüzden kimi zaman, ayyaş olmak isterim kimi zamanda salaş bir gezgin.
Bilinmez derinliklerde eserken rüzgâr, o derinliklerde uçururum çoğu kez benliğimi.
Kaybettiğimi sandığım an bulurum belki kendimi. Yinelenmiş ve eskiden gelen sorular uçuşur havada.Durdurmak isterim ama yetişemem..
Ben bir tarafım dağınık,bir tarafım derli toplu dolaşırım hüznün şehrinde..
Hüznün şehrinde,neşeyi arayacak kadar çılgın, bazen onu kolayca kaybedecek kadar zayıf,bazense inadına bir mücadeleye girerim..Dengesizim rengim ne siyah ne beyaz..
Griyim,hasretimin anavatanı rengimdeyim..
Aradayım her zaman..
Ne berraklıkta, ne karanlıkta..
Ortadayım..
Bir bilseniz ne kadar kötü olduğunu hayatın ortasında olmanın..
Bir adım ötesi,ya berraklık ya da karanlık..
Ve bazen bir adım öteye gitmek isterken,ruhunuz diğer öteyi gösteriyorsa size..
Gidemezsiniz..
Zordur,hüznün şehrinde yaşamak,dışarıda güneş varken bile gönlünüze sağanak yağmurlar düşürmek..
Mutlu olmak varken doğan güneşle,acıdan batarsınız,yağmur bulutlarıyla birlikte..
Hüznün şehrinde, iklimler,mevsimler hiç değişmez..
Dört yanınız gridir..Bulutlar,rüzgâr,güneş,ışık her yanınız griye bulanmıştır..
Bu hapislikten kurtulmak istersiniz belki de, taşınmak mümkün müdür,griden beyaza düşünürsünüz..Olmaz..
İstesenizde, ruhunuzu hapsettiğiniz yerden çıkamazsınız,kendi taktığınız kilidi artık kıramazsınız..Hüznün şehrinden çıkmak için,yüreğinizle mukavale imzalayamacağınıza, ruhunuzu yok sayıp, bedeninizi yıpratamayacağınıza karar verirsiniz..
Dışarıda güneş vardır, sizin şehrinizde kara bulutlar ve sağanak yağmurlar ..
Zordur sanırsınız alışmak, kanıksamışsınızdır..Hüznün şehrinden artık kopamazsınız..Anlarsınız güneşli havada boğulduğunuzu..Yağmura ağlarsınız..
Hüznün dalgası sarar sizi..Korkmayın,artık bırakmaz sizi..Bıraksa da gidemezsiniz.....