Keşke SeN Ben Olsan Seni Ne Kadar Sevdiğimi Anlasan Keşke Ben Sen Olsam Bu Kadar Sevilmenin Tadını Çıkarsam
Bir Bahar Gecesi
Baharda gördüm seni
Yorgun ağaçlar yapraklarını dökerken
O solmuş yapraklar yerlere dökülürken,
Hiç beklemediğim bir anda seni gördüm.
Neler yaşamıştım o güne kadar,
Neler atlatmıştım halbuki,
Hayatımda kaç mum söndürmüştüm biliyor musun?
Sonra umutlandım bir an,
Tekrar hayal kurmaya başladım,
Belki de ilk kez ileriyi düşündüm.
Farklı bir şeyler vardı içimde
Tarif edilmez bir duyguydu sanki,
Ve tarifte edemedim kimseye
Aylar geçti hayatımda
Her şey yavaş yavaş değişiyordu
Ama bir tek sana olan aşkım değişmedi,
Değiştiremedi aylar,
Değiştiremedi kimse,
Ve öyle devam etti
Seni kimseye anlatamıyordum
Beni dinleyen sadece
Bir kağıt parçası ve eski bir kalem
Bunlara anlattım seni,
Seni her gördüğümde,
Gözlerine her baktığımda,
Kalbime bir hançer saplandığını,
İçimin titrediğini,
Nefes alamadığımı anlattım onlara...
Yalnızlığımı,içimdekileri anlattım.
Son olarak geceye özlem duyacağım artık
Bir bahar gecesine
Sevgimi artık bahar gecelerinde yaşayacağım
Yine yaprakların,
Solgun ve yorgun yaprakların döküldüğü
Bir bahar gecesi yaşayacağım
Ve susacağım sonsuza dek
Hüzün Şehri
- Şiirleriniz
- Mektuplarınız
- Linkleriniz
- Duygularımız
- Duvar Yazıları
- Hayat Dersleri
- Kısa Hikayeler
- Mucizeler
- Renkler ve Anlamları
- Maksat Muhabbet
- Sevi Seviyorum
- Yağmura Güven
- Ziyaretçi Defteri
- Uykusuz Gece
- Dostluklar
Aşka Dair
YAŞAM
BİR BAHAR GECESİNDE SENLE
bahar gecesi
KISA HiKAYELER
BENMİŞİM
Yanına yaklaştım. Su bulmuştu. Çamur rengindeki sığ su birikintisine boynunu uzatmış, suyun bozbulanık rengine aldırmadan içiyordu. Önce tereddüt ettim, sonra suyun içelebilir olduğuna dair sezgilerine güvenmeye karar verdim. Öylesine susuz kalmıştım ki içimi kavuran kuraklığı dindirmek için su birikintisinin kenarına uzanıp rengine ve tadına aldırmadan içmeye koyuldum. Bir süre sonra suyun yüzündeki yansımayı görünce şaşkınlıktan su genzime kaçtı; beraber su içtiğimiz atım da aynı sureti görmüş ve tedirgin olmuş olacak ki başını kaldırıp, ayaklarıyla yeri bir kaç kez sertçe döverek kişnemeye başladı. Bir yandan öksürürken hızla başımı kaldırıp arkama baktım. Yerden koca bir taş alıp etrafı kolaçan ettim. Hiç kimse yoktu. Atın huysuzluğu bir türlü geçmek bilmiyordu. Şaha kalkıp, kişneyerek yeri daha da hızlı dövmeye başladı. Etrafa bakındım, havayı kokladım. Ben, ona ait herşeyden kaçarak uzaklaşırken, o uğursuz adamın, yani babamın, tekrar dirilip, iki aylık yol boyunca peşimden gelmiş olması imkânsızdı. İyice afallamış etrafa bakınırken atın bir kaç metre uzağından bir yılan süzülüp kaçmaya başladı. Bu bile tedirginliğimi ve havadaki gerginliği hafifletmedi. İkimiz de eğilip yeniden su içmeye koyulduk. Atın başının hemen yanında aynı sureti yeniden görüncü donup kaldım, göz ucuyla bakındım, etrafta kimsecikler yoktu. O an, ilerlediğim yolun yüzüme çizdiği yeni çentikler ve toza bulanmış, darmadağınık saçlarımla ona ne kadar benzediğimi şaşkınlıkla farkettim.
KÜÇÜK BİR HİKAYE
Japonya'da yaşanmış gerçek bir olay şöyledir: Evini yeniden dekore ettirmek isteyen Japon bunun için bir duvarı yıkar. Japon evlerinde genellikle iki tahta duvar arasında çukur bir boşluk bulunur. Duvarı yıkarken, orada dışardan gelen bir çivinin ayağına battığı için sıkışmış bir kertenkele görür. Adam bunu gördüğünde kendini kötü hisseder ve aynı zamanda meraklanır da kertenkelenin ayağına çakılmış çiviyi görünce.
Muhtemelen bu çivi 10 yıl önce, ev yapılırken çakılmıştı. Peki nasıl olmuş da kertenkele bu pozisyonda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamayı başarmış ? Karanlık bir duvar boşluğunda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamak çok zor olmalı.
Böylece adam çalışmayı bırakır ve kertenkeleyi izlemeye başlar. Sonra nereden çıktığını farkedemediği başka bir kertenkele gelir ağzında taşıdığı yemekle... Adamı sersemletir gördüğü manzara. Bu nasıl bir sevgi? Ayağı çivilenmiş kertenkele, 10 yıldır diğer kertenkele tarafından beslenmektedir...
GELECEĞİNİ BİLİYORDUM !
Savaşın en kanlı günlerinden biri. Asker, en iyi arkadaşının az ileride kanlar içinde yere düştüğünü görür. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Asker teğmene koştu.
- Teğmenim, fırlayıp arkadaşımı alıp gelebilir miyim?
"Delirdin mi? der gibi baktı teğmen.
- Gitmeye değer mi? Arkadaşın delik deşik olmuş. Büyük olasılıkla ölmüştür bile. Kendi hayatını da tehlikeye atma
Asker ısrar etti. Teğmen:
- Peki... Git o zaman ...
İnanılması güç bir mucize. Asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı koşa koşa döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Teğmen, kanlar içindeki askeri muayene etti. Sonra onu sipere taşıyan askere döndü:
- Sana değmez, hayatını tehlikeye atmana değmez, demiştim. Bak haklı çıktım. Bu zaten ölmüş dedi teğmen.
"Değdi teğmenim" dedi asker.
- Nasıl değdi?" dedi teğmen.
- Bu adam ölmüş görmüyor musun?
- Gene de değdi komutanım. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak dünyaya bedeldi benim için. Ve arkadaşının son sözlerini hıçkırarak tekrarladı teğmene:
"Geleceğini biliyordum !.." demişti arkadaşı... "Geleceğini biliyordum !..."
İNSANI DÜZELTMEK
Adam, bir haftanın yorgunluğundan sonra pazar sabahı kalktığında bütün haftanın yorgunluğunu çıkarmak için eline gazetesini aldı ve bütün gün miskinlik yapıp evde oturacağını düsündü. Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve sinemaya ne zaman gideceklerini sordu. Baba oğluna söz vermişti bu hafta sonu sinemaya götürecekti ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu.
Sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti. Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni sinemaya götüreceğim dedi. Sonra düsündü; oh be kurtuldum en iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez.
Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi ve baba haritayı düzelttim, artık sinemaya gidebiliriz dedi. Adam önce inanamadı ve görmek istedi. Gördüğünde de hayretler içinde kaldı ve bunu nasıl yaptığını sordu.
Çocuk şöyle cevap verdi :
Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı.
İNSANI DÜZELTTİĞİM ZAMAN DÜNYA KENDİLİĞİNDEN DÜZELMİŞTİ.
SEVGİYİ BİLENLER
Bir gün sormuşlar ermişlerden birine: "Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?"diye. "Bakın göstereyim" demiş ermiş.
Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da "derviş kaşıkları" denilen bir metre boyunda kaşıklar. Ermiş "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş. "Peki" demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.
Bunun üzerine "Şimdi..." demiş ermiş. "Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe." Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyurun" deyince her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.
"İşte" demiş ermiş. "Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz.
Şunu da unutmayın: Hayat pazarında alan değil, veren kazançlıdır her zaman..."